- GENEL OLARAK
Genel olarak tıbbi malpraktis; doktor, hastane, poliklinik vb. sağlık kurumlarının deneyimsizliği, bilgisizliği veyahut da ilgisizliği nedeniyle yanlış teşhis, hatalı ön tanı veya tedavi veya eksik görülen tedavi hizmeti sonucunda hastanın zarar görmesini ifade etmektedir. Dolayısıyla doktor uygulama hatası (malpraktis) tazminat davası da söz konusu nedenler neticesinde ortaya çıkan zararları telafi etmek için açılan davalardır.
Önemle ifade edilmesi gereken bir husus ise, söz konusu davanın salt doktor hatasından kaynaklanmayacağı; olumsuz çalışma koşulları, kullanılan tıbbi cihazların eskiliği ve eksikliği gibi sebeplerden de kaynaklanabileceğidir.
Tıbbi Malpraktis kavramı aynı zamanda Türk Tabipler Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları 13. Maddesinde;
“Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi, hekimliğin kötü uygulaması” şeklinde tanımlanmıştır.
- TIBBİ MALPRAKTİS (DOKTOR HATASI) NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASI ŞARTLARI
Tıp Biliminin doğası gereği sağlık mesleği mensubu kişilerden beklenen tedavi ve iyileştirme amacıyla birtakım faaliyetlerde bulunmalarıdır. Dolayısıyla bir sağlık mensubunun hastaya icrai veya ihmali herhangi bir zarar vermeyeceği düşüncesinden bu durumun aksini düşünmek de hayatın olağan akışına aykırıdır. Bu yüzden tedavi öncesinde, tedavi sırasında veya sonrasında ortaya çıkabilen tıbbi hatalar bakımından birtakım hukuki sorumluluklar tevdii edilmiştir.
Yargıtay ve Danıştay İçtihatlarında da Malpraktis Davalarına ilişkin;
“Tıp biliminin standartlarına ve tecrübelere göre gerekli olan özenin bulunmadığı ve bu nedenle de olaya uygun gözükmeyen her türlü hekim müdahalesi uygulama hatası (malpraktis) olarak anlaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, hastanın tanı ve tedavisi sırasında standart uygulamanın yapılmaması, bilgi ve beceri eksikliği, hastaya uygun tedavi uygulanmaması; tıbbi hata olarak tanımlanabilir. Bu noktada hatalı tıbbi uygulama sonucu doğacak sorumluluk “kusura dayalı genel sorumluluk” tur. Hekimin hukuksal sorumluluğu bakımından ölçü; tecrübeli bir uzman hekim standardıdır. Hekim, objektif olarak olayların normal gelişimine ve subjektif olarak da kendi kişisel tecrübesine, kişisel yeteneğine, bireysel mesleki bilgisine, eğitiminin nitelik ve derecesine göre, hastanın sağlığında bir zarar gelmesini önceden görebilecek durumda olmalıdır. Bu halde karşımıza özen yükümlülüğü çıkmaktadır. Hekimin özen yükümlülüğünün ihlali, üç alanda yoğunlaşmaktadır; birincisi, hastanın tedavisinde yani teşhis, endikasyon, tıbbi tedbirin seçimi, bu tedbirin uygulanması, tedavi yahut cerrahi girişim sonrası bakım alanındadır. İkincisi, hastanın aydınlatılması ve anemnez alınmasıdır. Üçüncüsü, klinik organizasyonu alanında (personelin niteliği, yeterli sayıda personel bulundurulması, hekimlerin birbiriyle iş birliği (Konsültasyon) dir. Bu üç alandaki kusuru, sırasıyla uygulama kusuru (tedavide hata), aydınlatma kusuru ve organizasyon kusuru olarak değerlendirmek mümkündür. Bu üç kusura “Tıbbi Uygulama Hatası” (Malpraktis) adı verilmektedir.
Dolayısıyla malpraktis kavramı üç şekilde ortaya çıkmaktadır;
- Teşhis Aşaması
- Tedavi Aşaması (Endikasyon Eksikliği, Yanlış Tedavi Seçimi)
- Organizasyon Yükümlülüğü (Klinik Şartları, İlgili Sağlık Personelinin Yetkinliği vs.)
Yargıtay Kararlarına göre teşhis aşamasında malpraktis davalarına örnek olarak; Hastanın muayenesinin eksik yapılması, hastaya ilişkin anemnezin eksik ya da hiç alınmaması, gerekli tetkiklerin yapılmaması vb. durumlar gösterilebilir. Kaldı ki yine Yargıtay içtihatlarına göre Mahkemece teşhiste hata olup olmadığının tespitinde tıbbi hata alanında uzman bilirkişiler ve Adli Tıp Kurumu raporları önem arz etmektedir. Nitekim Yargıtay hekimin teşhiste hatasının olup olmadığı tespit edilirken Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınması gerektiği kanaatindedir.
Yargıtay Kararlarına göre tedavi aşamasında malpraktis davalarına örnek olarak; Gerekli tıbbi müdahalelerin hiç ya da gereği gibi yapılmaması, ameliyat esnasında hastanın vücudunda yabancı madde unutulması, yanlış ilaç verilmesi, yanlış iğnenin yapılması vb. durumlar gösterilebilir. Yargıtay kararlarında yer verilen bazı tedavi hataları şu şekildedir; sıkı alçı uygulanması ve uygun gevşetmenin yapılmaması, 320 hekimin uzmanlık alanına girmeyen bir cihazı tedavi esnasında kullanması, vücutta ameliyat esnasında 2 metre uzunluğunda gazlı bez unutulması.
Doktor Hatası nedeniyle tazminat davalarında ayrıca açıklanması gereken ve önemli olan iki husus bulunmaktadır;
- Konsültasyon: Sağlık çalışanının zorunlu olduğu halde hastadan konsültasyon almaması veya alınan konsültasyona aykırı hareket etmesi ilgili sağlık çalışanının sorumluluğunu doğuracaktır.
- Stabilizasyon: Stabilizasyon hastanın bir dengeye ve orta derecede sağlık durumunun düzeltilmesini ifade eder. Daha ileride bir tedavi uygulanacak ise şimdilik hastanın sağlık durumunun dengeye getirilmesi ve yeni komplikasyonların ortaya çıkmasının engellenmesi vb. anlamlarına gelmektedir. Özellikle bu konu bakımından Yargıtay Ceza Genel Kurulu, “Acil servis görevlilerinin, acil bir tıbbi vaka nedeniyle acil servise gelmiş bir hastaya, sosyal güvencesinin olup olmadığını ve diğer özelliklerini nazara almadan stabilizasyonu sağlanıncaya kadar bütün tıbbi hizmetleri sunmaları zorunludur.” Şeklinde ifade etmiştir. Dolayısıyla sağlık çalışanlarının hastanın stabilizasyonunu sağlamadan hastayı taburcu etmesi ilgili sağlık çalışanının sorumluluğunu gündeme getirecektir.
- DOKTORUN TAZMİNAT SORUMLULUĞU
Malpraktis Davalarının hukuki dayanağını haksız fiil, sözleşmeye aykırılık, vekaletsiz iş görme ve hizmet kusuru kavramları oluşturmaktadır.
- Haksız Fiil Sebebiyle Malpraktis Davası: Esasen doktorun hastanın vücuduna vermiş olduğu her zarar, haksız fiil sorumluluğunu gündeme getirmektedir. Haksız Fiil Sorumluluğu, doktorun kusurlu hareketleri nedeniyle hastaya vermiş olduğu zararların tazmin edilmesidir. Hayatın olağan akışında hasta ile doktorun arasında herhangi bir sözleşmesel ilişki bulunmamaktadır. Dolayısıyla doktorun hastaya vermiş olduğu zararlar esasen haksız fiil sorumluluğunu gündeme getirmektedir.
- Sözleşmeye Aykırılık Sebebiyle Malpraktis Davası: Tıbbi Müdahale, ameliyat vs. halleri hasta ile doktor arasında sözleşmesel bir ilişkinin varlığını zorunlu kılar. Dolayısıyla zarar gören hastanın haksız fiil veya sözleşmeye aykırılık sebebi bakımından dava açma noktasında seçimlik hakka sahiptir. Buradaki sözleşmesel ilişkide iki sözleşme çeşidi vardır;
- Vekalet Sözleşmesi: Eğer doktor ve hasta arasında bir süreç ilişkisi varsa; söz konusu ilişkide bir sonuç beklenmiyor ise hasta ile doktor arasında vekalet ilişkisinin göstergesidir. Bu sözleşmesel ilişkide hasta vekalet edilen; doktor ise vekil konumunda olacaktır. Dolayısıyla doktor mesleki amacını yerine getirirken olumsuz bir neticenin meydana gelmesinden sorumlu değilse de eylem ve davranışlarının özensizliğinden ve dikkatsizliğinden sorumlu olacaktır.
- Eser Sözleşmesi: Eğer hasta ile doktor arasında bir sonuç kararlaştırılmış ise burada eser sözleşmesi bulunacaktır. Eser Sözleşmesi ilişkisinin en temel örneği estetik müdahalelerdir. Dikkat edileceği üzere bu ilişkide, örneğin burnun yaptırılması, bir sonuç ilişkisi bulunmaktadır.
- Kamu Hastanelerinde Hizmet Kusuru: Esasen özel hastaneler ile kamu hastaneleri bakımından doktor hatası nedeniyle açılmış olan tazminat davalarında (malpraktis) sorumluluk açısından herhangi bir farklılık bulunmamaktadır. Ancak tek fark kamu hastanelerinde idarenin hizmet kusurunun bulunmasıdır. Kaldı ki Yargıtay 15. Hukuk Dairesi, “İdare, kamu hizmetlerinin gereği gibi işlemesini sağlayacak organizasyonları yaparak yeterli araç ve gereçle donatılmış bina ve tesislerde, hizmetin özelliğine uygun olarak seçilen ve yetişmiş personelle hizmeti yürütmekle yükümlüdür.” Demek sureti ile idarenin bu konudaki sorumluluğunu açıklamış bulunmaktadır.
Kamu hastaneleri veya sağlık kuruluşlarının hukuki sorumluluğu, idare hukukundaki hizmet kusuru ilkesine dayanmaktadır. Söz konusu ilkeye dayanılarak açılacak olan davaya da “Tam Yargı Davası” adı verilmektedir. Çünkü kamuya ait olan sağlık kuruluşları, hastanın tedavisine uygun ortamı sağlamak, gerekli müdahaleleri ve gerekli hizmetleri yürütmekle yükümlüdür.
Özel Hastanelerde ise sözleşmesel ilişki hasta ile hastane arasında kurulmaktadır. Doktorun hukuki sorumluluğu devam etmek ile esas sorumluluk ilgili şirket, adi ortaklık üzerindedir. Hasta ile hastane arasındaki söz konusu bu sözleşmeye “Hastaneye Kabul Sözleşmesi” adı verilmektedir. Dolayısıyla bu sözleşmesel ilişki çerçevesinde aykırılık bulunursa “Malpraktis Davası” gündeme gelecektir.
Yargıtay Uygulamasına göre özel hastane işleticisi doktorun tıbbi hatalarından ziyade bazı hallerde de ayrıca sorumluluk doğmaktadır;
- Testler Yapılmadan Hastalığın Teşhisinin Yapılması
- Kan Grubu Tespitinde Hata Yapılması
- Ruh Hastasının Kontrol Edilmemesi Nedeniyle İntiharı
- Yeni Hastalığa Sebebiyet Verilmesi
- KOMPLİKASYON HALİNDE TAZMİNAT SORUMLULUĞU VAR MIDIR?
Uygulamada en çok görülen durum, hastada herhangi bir komplikasyon görülmesidir. Yukarıda da izah edildiği üzere doktor yalnızca maddi hatalarından sorumludur. Doktor, söz konusu tedaviyi “Tıbbi Standart” kavramına uygun olarak, gerekli tetkikleri ve işlemleri yapmasına rağmen hastada bir komplikasyon oluşmuş ise ve aynı zamanda ilgili sağlık çalışanı, hastaya söz konusu durumu da izah etmişse burada ilgili sağlık çalışanının herhangi bir sorumluluğu olmayacaktır.
Yargıtay da yerleşik içtihatlarında komplikasyon kavramını “Komplikasyon, tıbbi girişim sırasında öngörülmeyen, öngörülse bile önlenemeyen durum, istenmeyen sonuçtur; ancak bunun bilgi ve beceri eksikliği sonucu olmaması gerekir. Bu tanıma göre, hekimin tıbben kabul ettiği normal risk ve sapmalar çerçevesinde davranarak gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen ortaya çıkan istenmeyen sonuçlardan yasal olarak sorumlu olmayacağı belirtilmektedir. Hasta tıbbi uygulama sırasında ve sonrasında kusur olmadan da oluşabilecek istenmeyen sonuçları, komplikasyonları bilirse ve uygulamaya onay verirse tıbbi müdahale hukuka uygun olur. Hastada oluşan zararlı sonuç öngörülemiyor ve önlenemiyorsa veya öngörülebilse bile (hastanın yeterince aydınlatılmış, onay alınmış olması ve uygulamada kusur olmaması şartı ile) önlenemiyorsa bu durumun komplikasyon olarak kabulü gerekmektedir.” Şeklinde tanımlamıştır.
- MALPRAKTİS DAVALARINDA GÖREVLİ MAHKEME
6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da düzenlendiği üzere; tıbbi malpraktis nedeniyle eser veya vekalet sözleşmesi dayanılan hallerde görevli mahkeme “Tüketici Mahkemesi” olarak ifade edilmiştir. Özellikle bağımsız çalışan doktorlara karşı açılacak olan malpraktis davaları Tüketici Mahkemesinde açılacaktır. Yine aynı şekilde özel hastanelere karşı açılacak olan malpraktis davaları da “Tüketici Mahkemesi’nde görülecektir.
Kamuya ait olan hastaneler veya sağlık kuruluşları hakkında açılacak olan maddi ve manevi tazminat davalarına bakmaya görevli mahkeme ise “İdare Mahkemesi” dir.
- Tüm kamu hastaneleri; yani devlet hastanesi, araştırma hastanesi, ruh ve sinir hastalıkları hastanesi vb. gibi hastanelerde meydana gelen tıbbi malpraktis hallerinde, tam yargı davası olarak nitelendirilen maddi ve manevi tazminat davalarına bakma görevi idare mahkemesine aittir.
- Vakıf Üniversiteleri veya devlet üniversitesi hastanelerinde meydana gelen doktor hatalarından kaynaklanan davalarda da görevli mahkeme idare mahkemesidir.
- Aile Sağlığı merkezleri gibi küçük sağlık kuruluşları aleyhine açılacak olan tazminat davalarında da görevli mahkeme idare mahkemesidir.
Ancak belirtilmesi gereken en önemli husus ise doktorun hizmet kusurundan ayrılabilen kişisel kusura dayalı doktor hataları nedeniyle açılacak olan tazminat davalarında görevli mahkeme adli yargı yerleridir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2001/643K. Sayılı ilamında da söz konusu durum ifade edilmiştir.
Uygulamaya bakıldığında genellikle ilgili sağlık çalışanı da sigortalı konumundadır. Dolayısıyla bazen açılacak olan malpraktis davaları ilgili sigorta şirketine de yöneltilebilir. Bu şekilde açılacak olan davalarda görevli mahkeme ise “Asliye Ticaret Mahkemesi” dir.
- MALPRAKTİS DAVALARINDA YETKİLİ MAHKEME
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda da ifade edildiği üzere söz konusu bu davada genel yetkili mahkeme, davalı gerçek veya tüzel kişinin dava esnasındaki yerleşim yeri mahkemesidir. Genel yetkili mahkeme dışında özel yetkili mahkemeler de bulunmaktadır;
- Tüketici Mahkemesinde Sözleşmenin İfa Yeri: Tüketici mahkemelerinde açılan eser veya vekalet sözleşmelerinden kaynaklanan malpraktis davalarında sözleşmenin ifa edileceği yer tüketici mahkemesinde de açılabilir.
- Tüketici Mahkemesinde Davacının Yerleşim Yeri: Tüketici davaları, davacının bulunduğu yer mahkemesinde de açılabilir. Dolayısıyla zarar gören hastanın yerleşim yerinde bulunan tüketici mahkemesinde de dava açılabilecektir.
Ayrıca HMK 16. Maddede ifade edildiği üzere aşağıdaki yerlerde de söz konusu malpraktis davası açılabilecektir;
- Haksız Fiilin İşlendiği Yer Mahkemesi
- Zarar, haksız fiilin işlendiği yerden farklı bir yerde meydana gelmiş ise zararın meydana geldiği yer mahkemesi
- Haksız Fiillerde Zarar Görenin Yerleşim Yeri Mahkemesi
- MALPRAKTİS MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT DAVALARINDA ZAMANAŞIMI
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. Maddesinde ifade edildiği üzere kamu hastanelerine karşı idare mahkemesinde hizmet kusuruna dayalı olarak açılacak olan malpraktis davaları açılmadan önce, zararın ve doktor hatasının öğrenilmesi tarihinden itibaren 1 yıl ve her halükârda olay tarihinden itibaren 5 yıl içinde ilgili idareye yazılı başvuru yapmak suretiyle maddi ve manevi tazminat talebinde bulunulması gerekir. İdarenin hukuka uygun bir şekilde süresinde cevap vermemesi halinde 60 gün içinde malpraktis nedeniyle tam yargı davasının açılması gerekecektir. İdare, istek hakkında 30 gün içinde cevap vermediği takdirde ilgili talebi reddetmiş sayılır. İsteğin reddedilmiş sayılmasından itibaren 60 gün içinde de tam yargı davası açılabilecektir (İYUK m.11).
Haksız fiile dayalı olarak özel hastane veya doktorlara açılacak malpraktis davalarında zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve herhâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa ceza davası zamanaşımı hükümleri uygulanır (BK m.72).
Vekalet sözleşmesine dayalı olarak özel hastaneler veya doktorlar aleyhine tüketici mahkemelerinde açılacak tazminat davalarında zamanaşımı süresi 5 yıldır (6098 sayılı B.K. m.147/5).
Eser sözleşmesine dayalı olarak özel hastane veya doktor aleyhine tüketici mahkemesinde açılacak malpraktis davalarının zamanaşımı süresi de 5 yıldır (6098 sayılı B.K. m.147/6). Doktorun tıbbi uygulama konusunda ağır kusuru varsa yapılan işlemin niteliğine bakılmaksızın zamanaşımı süresi 20 yıldır (BK m.478). Estetik ameliyat, protez diş yapılması, lazer epilasyon vb. güzellik hizmetleri eser sözleşmesi kapsamında yerine getirilmektedir.
Tıbbi müdahaleden önce hastadan gerekli izin veya onay alınmadan vekaletsiz iş görme gerekçesiyle açılan malpraktis davalarında zamanaşımı süresi 10 yıldır (BK m.146).
- MALPRAKTİSTE CEZAİ SORUMLULUK
Tıbbi malpraktis bazı hallerde cezai sorumluluk gündeme getirebilecektir. Doktor Hatası, mağdura karşı taksirli veya kasten gerçekleşmiş ise suç teşkil etmektedir. Eğer söz konusu hata neticesinde yaralama meydana gelir ise “Taksirli Yaralama”; ölüm meydana gelir ise “Taksirli Öldürme” suçları gündeme gelecektir.
- MALPRAKTİS DAVALARINDA HUSUMET
Kamu Hastanelerinde meydana gelmiş olan malpraktis durumlarında ilgili zarar nedeniyle açılacak olan dava doğrudan kamu kurumuna karşı açılabilir. Ancak ilgili kamu kurumunun ilgili sağlık çalışanı aleyhine rücu hakkına sahiptir.
Özel Hastanelerde gerçekleşen hatalı tıbbi uygulamalar nedeniyle açılacak olan malpraktis davalarında husumet hem hastane işleticisine hem zararı meydana getiren doktora, hem de ilgili sigorta şirketine yöneltilebilecektir.
- MALPRAKTİS DAVALARINA İLİŞKİN YARGISAL KARARLAR
- Hastalığa İlişkin Yetkin Doktorlardan Bilirkişi Raporu Alınmasının Gerekliliği
YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ 2021/7761E. 2022/2499K.
Her ne kadar; ilk derece mahkemesince, yargılama sırasında alınan bilirkişi raporları0 denetime elverişli olarak kabul edilerek hükme esas alınmış ise de; gastroenteroloji ve göğüs hastalıkları uzmanlarının yer almadığı bilirkişi heyeti tarafından hazırlanmış olan raporların hüküm vermeye yeterli olmadığı ortadadır.
O halde ilk derece mahkemesince; üniversite öğretim üyelerinden seçilecek gastroenteroloji uzmanı, hiatus hernisi ameliyatı konusunda tecrübeli genel cerrah ve göğüs hastalıkları uzmanından oluşturulacak bilirkişi kurulundan, dava konusu olayda davalı doktora atfı kabil bir kusur olup olmadığı konusunda, dosyadaki raporlar da mukayese edilmek suretiyle; açıklayıcı, taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınması ve ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı şekilde karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
- Özel Hastane Yerine Doktora Husumet Yöneltilmesi
YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ 2016/16148E. 2018/3765K.
Davacı, davalı doktorun tedavideki kusur ve ihmalleri nedeni ile uğradığını ileri sürdüğü maddi zararlarının tahsili amacıyla eldeki davayı açmıştır. Davacının davalı tarafından ameliyat edildiği ve davalının da davacı adına düzenlenen tedavi giderlerine ilişkin faturada adı yazılı dava dışı …. Sağlık Hizmetleri ve Tic. A.Ş.’nin yönetim kurulu başkanı olduğu hususunda taraflar arasında herhangi bir ihtilaf bulunmayıp bu husus mahkemenin de kabulündedir.
Davalı doktor olup dava dışı şirkete ait hastanede çalışmaktadır. Özel hastane ve onun tarafından istihdam edilen doktorlar ile hasta arasındaki uyuşmazlıkların vekalet sözleşmesine ilişkin hukuksal düzenlemelere göre çözülmesi gerektiği konusunda, öğreti ve Yargıtay’ın istikrar kazanmış uygulaması arasında paralellik bulunmakladır.
Somut olayda, davacı ile davalı arasında vekil-müvekkil ilişkisi mevcut olup, davadaki talepler vekillerin vekalet görevini ifada özen borcuna aykırı davrandıkları iddiasına dayalı bulunmakla, uyuşmazlığa vekalet hükümleri uygulanmalı ve doğal olarak, uyuşmazlığın da bu çerçevede değerlendirilmesi gerekir. O halde mahkemece, işin esasına girilip taraf delilleri toplanarak sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde davalı doktora husumet yöneltilemeyeceği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
- TIP BİLİMİNİN STANDARTLARINA UYGUN TEDAVİ YÖNTEMİ SEÇİLMESİ
YARGITAY CEZA GENEL KURULU 2014/12-103E. 2014/552K.
““..Doktor, doktorluk mesleğinin gerektirdiği yükümlülükler ile tıp biliminin geçerli kurallarına uygun olarak müdahale yapmalı, tıbbın ilke ve prensiplerine aykırı teşhis ve tedavi yapmamalıdır. Doktorun müdahalesi öncelikle endikasyon da denilen tıbbi bir gereklilik sebebiyle teşhis, tedavi ve hastalıktan korunma gibi sebeplerle yapılmalıdır. Bu zorunluluk Anayasamızın 17. maddesinde de vurgulanmıştır..”
- SAĞLIK ÇALIŞANIN GEREKLİ ÖZENİ VE DİKKATİ GÖSTERMESİ GEREKLİLİĞİ
YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ 2016/6074E. 2017/8426K.
“…davalı doktorun bebeğin anne karnında yanlış pozisyonda durduğunu tespit edemediğini, anne karnında gerekli müdahaleyi yapmaması sonucu Bülent’in sağ kolu eksik doğduğunu, bu durumun davalı doktorun mesleğin gerektirdiği gerekli özen ve ihtimamı göstermemesinden kaynaklandığını belirterek…”
- ADLİ TIP RAPORUNDA DOKTORUN SORUMLULUĞU OLMADIĞI YÖNÜNDE RAPOR GELSE DE DOKTORUN SORUMLULUĞUNUN TARTIŞILABİLECEĞİ
YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ 2015/40778E. 2017/3963K.
“…Mahkemece, her ne kadar mevcut durumu “… gelişen mesane hasarının her türlü özene rağmen oluşabilen, herhangi bir tıbbi ihmal ve kusura izafe edilemeyen komplikasyon…” olarak niteleyen adli tıp raporu işaret edilmek suretiyle, davanın reddine karar verilmiş ise de, idrar kesesindeki yırtığın boyutu göz önünde bulundurulduğunda, davalı doktorun ortaya çıkabilecek riskleri ortadan kaldırmak adına ameliyat öncesi ve sonrası yapması gereken girişimlerin neler olduğunun, ameliyat sırasında durumun tespit edilip edilmediğinin, ameliyat sonrasında derhal müdahale edilip edilmediğinin, zararın azalması veya ortadan kaldırılması adına ne yapıldığının, bu aşamalarda davalı doktorun ihmalinin ve kusurunun
bulunup bulunmadığının da tartışılması gerekir…”
- İDAREYE AKRŞI AÇILAN MALPRAKTİS DAVALARINDA YASAL FAİZİN BAŞLANGIÇ TARİHİ
DANIŞTAY 15. DAİRESİ 2015/413K.
İdare Mahkemesi’nce hükmedilen Faizin Başlangıcına İlişkin İnceleme;
Faiz; en basit biçimiyle, idarenin tazmin borcu bağlamında; kişilerin, idarenin eylem ve/veya işlemlerinden dolayı uğradıkları zararların giderilmesi istemiyle başvurmalarına karşın, idarenin zararı kendiliğinden ödemeyip, yargı kararıyla tazminata mahkûm edilmesi sonucunda, tazminatın ödendiği tarihe kadar geçen süre için 3095 sayılı Kanuna göre hesaplanacak tutarı ifade etmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren 1 yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren 5 yıl içinde idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği; bu isteklerinin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabileceği kuralı yer almakta olup; anılan maddede, idari eylemler nedeniyle uğranılan zararın tazmini için idareye başvuruda bulunulmasının, dava ön şartı olarak öngörülmesi ve zararın idare tarafından en erken bu tarihte sulhen ödenebilecek olması nedeniyle yargı yerince hükmedilecek tazminat miktarına, ön karar için idareye yapılan başvuru tarihi itibariyle yasal faiz uygulanması, Danıştay’ın yerleşik içtihatlarıyla kabul edilmiştir.
İdari eylemlerden doğan zarar nedeniyle açılan tam yargı davalarında, hükmedilen tazminat tutarının dava dilekçesinde istenilmek kaydıyla idareye yapılan başvuru tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi gerekmektedir.
Dosyanın incelenmesinden; davacı yakınlarının 28.05.2005 tarihinde vefat etmelerinde sunulan sağlık hizmetinin kusurlu işletilmesinin neden olduğundan bahisle olayda hizmet kusuru bulunduğu ileri sürülerek maddi ve manevi tazminat istemiyle 19.05.2005 tarihinde ön karar için davalı idareye başvurulduğu, anılan talebin reddi üzerine de 02.12.2005 tarihinde Mahkeme kayıtlarına giren dilekçeyle 5.000 TL maddi ve 200.000 TL manevi olmak üzere toplam 205.000 TL tazminatın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Dava dilekçesinde ise davacı tarafça; hükmedilecek faizin başlangıç tarihinin olay tarihi olması yönünde talepte bulunulduğu anlaşılmaktadır.
İdare Mahkemesi’nce, manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 100,000.00 -TL manevi tazminat tutarının davanın açıldığı 02/12/2005 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı idare tarafından davacıya ödenmesi yolunda hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.
Dava dilekçesinde yasal faiz istemi bulunmakla birlikte başlangıç tarihine ilişkin bir istem veya açıklık yok ise ya da faizin başlangıcına ilişkin dava tarihinin esas alınması yönünde talep var ise yasal faizin başlangıç tarihi olarak dava tarihinin kabul edilmesi gerektiği Danıştay içtihatları ile kabul edilmiştir.
Bu durumda, mahkemece hükmedilen manevi tazminat tutarına, açıklaması yukarıda yapıldığı üzere, idareye başvuru tarihi olan 19.05.2005 tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine karar verilmesi gerekirken, davanın açılış tarihi olan 02.12.2005 tarihinden itibaren yasal faize hükmedilmesinde hukuka uygunluk bulunmamaktadır (Danıştay 15. Daire – Karar : 2015/413).